KÜLTÜRLER NİÇİN ÇATIŞIYOR?
Kültürden gelen alışkanlıklarımızın büyük bölümü bilinçaltında yer etmiştir. Çoğu zaman, bunların farkında değiliz. Herkes kendi sayıltılarını, insan doğasının parçası sanır. Oysa "akıl" yahut "zihin" dediğimiz şey, bize içinde yaşadığımız kültürden aktarılmış inançlar ve sayıltılar toplamından başka birşey değildir.
Psychology Today. Konuşma dışı iletişim konusundaki bilgisizliğimiz ve duyarsızlığımızdan dolayı, uluslararası ilişkilerimizi, dış ticaretimizi, ve hatta dünya barışını zaman zaman tehlikeye düşürdüğümüzü yıllardır söyleyegeldiniz. Belli örnekler üzerinde durduğunuz Beyond Culture (Kültürün ötesinde) başlıklı yeni kitabınızda da bu uyarılarınızı tekrarlıyorsunuz. Bu bilgisizlik ve duyarsızlığımızın, örneğin Çin Halk Cumhuriyeti ile olan ilişkilerimizi ne yönde etkilediği konusunda bir değerlendirme yapar mısınız?
Edward T. Hall. İnsanoğlu içinde yaşadığı kültürün tutsağıdır. Çinlilerle olan ilişkilerimizde, niyetlerini sözlerinden değil de, davranışlarından sezinlemeğe çalışıyoruz. Fakat bunu yaparken, sanki insan davranışları dünyanın dört bucağında hep aynıymış, hiç farkları yokmuş gibi, kendi davranışlarımızı ölçü alıyoruz. Doğal olarak, onlar da bizi değerlendirirken, kendi davranışlarını ölçü alıyorlar. İşte bu yaklaşım ciddi yanılmalara yol açabilmektedir.
Çinlilerle aramızdaki değerlendirme farklılıkları, zincirleme davranış kalıplarımızın farklı olmasından ileri geliyor. Davranış zincirlerimizi, dansederken izlediğimiz örüntülere benzetebiliriz. Belli bir sırayı izlemek zorunluğu vardır. Dansederken bir vuruşu atlayacak olursak ritim bozulur. Yeni baştan başlamak zorunda kalırız. Davranış zincirlerinde de durum aynıdır ve davranışlar belli bir amaca yönelik belli halkalardan oluşur. Cinselliğe yönelik davranışlardan arabuluculuk etmeye, şirketler arası iş anlaşması yapmaktan uluslararası bir barış sözleşmesi sağlanmasına kadar herşeyi bu açıdan değerlendirmek gerekir. Sıradan bir tokalaşma, yada sokağın başındaki hırdavatçıdan bir kutu boya satın almak da böyledir. Belirlenmiş bir davranış düzeni ve sırası gerektirmeyen bir toplumsal ilişki düşünülemez.
Kendi kültürümüzdeki davranış zincirlerinin basamak ve dönemeçlerini yakından tanırız. Ama doğaldır ki, bunların Çin kültüründeki karşılıklarını bilmemize olanak yoktur. Bir örnek vereyim: Can sıkıcı bir durumla karşılaştıklarında, Çinliler genellikle olayın farkına varmamış gibi davranmayı yeğ tutarlar. Onlara göre, bir olayın varlığını kabul ettiğinizde, onu yanıtlamak, tepki göstermek zorunda kalırsınız. Ama bu yanıt yada tepki çok ciddi sonuçlara da yol açabilir. Bu yüzden, bakarsınız Çinliler belli bir davranışınız karşısında hiç tepki göstermezken, bir başka davranışınız karşısında aşırı duyarlık gösterirler. Çinlilerin niyetlerini gerek Kore'de gerek Vietnam'da yanlış okuduk.
PT. Onların davranış zincirlerini tanımadığımız için, ne yapacaklarını hesaplayamadık demek istiyorsunuz sanırım.
HALL. Büyük ölçüde öyle. Vietnam'da Çinlilerin ne yapmak istediklerini kestiremedik, çünkü bizimle aynı nedenlerden yola çıkacaklarını varsayarak onları çok ciddiye aldık. Kore'de ise bunun tam tersi oldu. Ne derece ciddi olduklarını anlayamadık. Oysa, çizgiyi nereden çektiklerini bize söylemişlerdi. Onlara inanmadık. Aynı şekilde Çinliler de zaman zaman bizim davranışlarımızı yanlış yorumladılar. İşe ciddiyetle sarıldığımız durumları farkedemediler. Bir kültünün üyeleri kendi ince siyaset oyunlarına, başka kültürlerde yaşayanların akıl erdiremeyeceklerini sanıyorlarsa, büyük bir hataya düşüyorlardır. Çinliler bizim hakkımızda bu konuda hep yanılmışlardır. Ben kendi adıma, bizimki de dahil, siyaset oyunlarına akıl erdiremeyecek, ayak uyduramayacak bir kültür topluluğu tanımıyorum.
PT. Kuzey Vietnam'ın kazanmasına göz yumarsak, Asya'daki domino taşları zincirimizden birincisini kaybetmiş olacağımız ve sonunda bütün kıtanın ergeç Komünistlerin eline geçeceği uyarısında bulunulmuştu. Tıpkı, Münih'te yapılan hata sonucu bütün Avrupa 'nın Nazilerin eline geçmesine ramak kalması gibi.
HALL. Asya'ya gittiğimizde, buradaki olayları Avrupa'da alışmış olduğumuz örüntülere oturtmağa çalıştık. Vietnam'la Münih'i birbirine karıştırdık. Ortada böyle bir koşutluk yoktu. Çek'lerle ortaklaşa paylaştığımız bir tarih, ortaklaşa paylaştığımız siyasal ve sosyal kurumlarımız vardı. Güney Vietnamlılarla paylaştığımız hiçbirşey yoktu. Hitler Çekoslavakya üzerine yürüdüğünde bu totaliter bir rejimin demokratik bir rejime saldırısıydı. Vietnam'da sözkonusu olan her iki rejim de totaliter rejimlerdi.
PT. Çin kültürünü daha yakından tanımış olsaydık, çekinerek başlattığımız kimi girişimlerin aslında Çinlileri zaten Vietnam'a asker sevketmeğe yöneltmeyeceğini bilebilir miydik?
HALL. Öyle sanırım. Öteki kültürleri iyi tanırsak, kendi propagandamızın albenisine kapılmaktan da kurtulmuş oluruz. Belki de, Vietnam batağına saplanmaktan daha başında kurtulurduk. Besbelli ki kendimizi nasıl bir işe sokmakta olduğumuzu farkedemedik.
PT. Hele iş başında, karşılaştığı her uluslararası durumu Ondokuzuncu Yüzyıl Avrupa siyaset sahnesinden kalma bir durum gibi değerlendiren bir Bakan bulunuyorsa...
HALL. İşte o zaman sorunlarınız var demektir. Aslında konu daha da derinlere gidiyor. Bana Öyle geliyor ki, bu yöndeki bilgisizliğimizi sürdürmek için elimizden geleni yapıyoruz. Dışişleri Bakanlığı başka ülkelerdeki memurlarını iki yılda bir değiştirmeyi huy edinmiştir. Personel kadrolarında söz sahibi bir müsteşarın söylediğine göre, Birleşik Devletler'in dışardaki bir memuru bulunduğu yerde uzun süre kalır da ülkeyi yakından tanırsa, bizi değil onları temsil etmeğe başlarmış!... Bu tavır, devekuşunun kafasını kuma daldırmasına benzemiyor mu?
Çin'e gelince, bu ülkeyi yakından tanıyan birkaç iyi adamımız vardı. Onları da Joe McCarthy döneminde harcadık. John Steward Service ve John Carter Vincent gibi kişiler bize Çin'de nelerin olup bittiğini ve Mao'nun komünistlerinin kazanmakta olduğunu anlatmışlardı. Sonuç ne oldu? Bu adamları Amerika'ya bağlı olmamakla suçlayarak, Bakanlık kadrolarından atıvermedik mi?
Sözü yeniden davranış zincirlerimize getiriyorum. Aklı başında olanlarımız, yabancıların davranışlarından anlam çıkarmağa çalışıyoruz. Çinlilere gelince, bizim davranışlarımızı değerlendirirken herşeyden çok karşılarındaki kişinin toplumsal düzlemde taşıdığı ağırlığa dikkat ediyorlar. Çünkü Çin kültüründe kişinin inanırlığı toplumdaki yerine göre değerlendirilir. Bu böyledir, çünkü Çin kültürü sıkı bağlamlı bir kültürdür. Bizim kültürümüz ise gevşek bağlamlı kültür tipine girer.
PT. Bu tanımlarınızı açıklar mısınız lütfen?
HALL. Kültür ve bağlam arasında güçlü ilişkiler vardır. Kimi kültürlerde bilgi aktarımı sözcükler yoluyla gerçekleştirilir; iletişim konuşma yoluyla sağlanır. Kimi kültürlerde ise, sözcüklere daha az iş düşer. Sözcüklerin içinde geçtiği bağlam öncelik kazanmıştır. Çin, Japon, Arap kültürleri böyledir. Amerikan işadamları çoğu zaman Japon karşıtlarının birtürlü sözü sadede getirememesinden yakınırlar. Oysa Japon işadamı herşeyi sözcüklere dökmeği gereksiz görmektedir. Japon kültüründe bu sizin kafanızdan geçenleri yine size anlatmağa benzer.
PT. Karşısındakinin zihinsel melekelerini küçümseyerek hitap etmek yada onunla küçük bir çocukla konuşuyormuşçasına konuşmak gibi mi?
HALL. Bütünüyle öyle. Bu sahneler çok yaşanmıştır. Amerikalılar sonunda bazı şeyleri anlamağa başladılar. Japon diplomatlar ise, anlatmak istediklerini birtürlü anlatamadıkları kanısına vardılar mı, üzüntülerini ardarda diktikleri viski kadehlerine gömmeğe çalışıyorlar!
Şu önemli noktayı akıldan çıkarmamak gerekiyor: Böyle durumlarda gözlemlediğimiz davranışların ardında, herkesin kendi bilinçaltında yer etmiş beklentileri yatmaktadır. Kültürden gelen alışkanlıklarımızın büyük bölümü bilinçaltında yer etmiştir. Çoğu zaman, bunların farkında değiliz. Bu alışkanlıkları beşikten başlayarak kazanırız. Neyi farkedip, neyi farketmeyeceğimiz; zaman ve uzamı (=mekanı) nasıl böleceğimiz; nasıl yürüyeceğimiz, nasıl konuşacağımız; davranışlarımızı, başkalarıyla olan ilişkilerimizi nasıl düzenleyeceğimiz; sorumluluk duygumuzu ne yönde geliştireceğimiz; deneyimlerimizi nasıl değerlendireceğimiz... Bütün bu bilgiler, bebeklikten başlayarak bilinçaltımıza yerleşir. Aynı şey, başka kültürlerde yaşayan kişiler için de geçerlidir. Çinliler, Japonlar, Araplar da, bilinç-altındaki varsayımlarının ardında yatan buyurgan kültür varlığının farkında değillerdir. Herkes kendi sayıltılarını, insan doğasının parçası sanır. Oysa "akıl" yahut "zihin" dediğimiz şey, bize içinde yaşadığımız kültürden aktarılmış inançlar ve sayıltılar toplamından başka birşey değildir.
|